Erdal çakıcıoğlu |
SİZ ZAMANSINIZ
Sizi hayal kurmaya çağırıyorum...
Hayal kurun.
Kendinizi yerleştirin o hayalin merkezine. Ama bugünkü sizi değil... Eskiye gidin, çok eskiye. Binlerce, on binlerce yıl öncesine. Ta insanın, insanoğlunun tarih sahnesine çıktığı ilk günlere...
Klanlar hâlinde yaşayan diğer hemcinsleriniz gibi, siz de bir mağara kovuğunda ya da bir ağacın tepesine kurduğunuz kulübede yaşıyorsunuz grubunuzla birlikte.
Henüz yok denecek kadar az bilginiz var. Daha kendinizi ve doğayı tanıma aşamasındasınız, diğer klandaşlarınız gibi. Zayıfsınız. Ama duygularınız bugünkü gibi güçlü. Çünkü onlar sizinle birlikte doğmuşlar. Seviyorsunuz, hoşlanıyorsunuz, âşık oluyorsunuz bugün olduğu gibi. Ya da kızıyorsunuz, nefret ediyorsunuz, kin güdüyorsunuz.
Sizin bu özelliğiniz herkeste var, biliyorsunuz bunu. Biliyorsunuz, çünkü duygular bir şekilde davranışlara yansıyor. Ama siz farklısınız diğerlerinden. Diğerlerinin duyguları kişisel çünkü; sizinki genel. Onların duygularına da ortak oluyorsunuz. Diğerleri, kendi içlerinde yaşıyorlar duygularını; siz açığa vurmak, paylaşmak istiyorsunuz.
Elinize bir yanı keskin bir taş parçası geçirip duygularınızı, içinde yaşadığınız mağaranın duvarına tuhaf şekiller çizerek dışa vurmaya çalışıyorsunuz. Diyelim ki hepinizi çok korkutan bir mamutu resmediyorsunuz. Ya da birlikte gerçekleştirdiğiniz bir av sahnesini...
Klandaşlarınız hayranlıkla -belki de o ilk anın şaşkınlığıyla ya da doğayla savaşmanın verdiği yorgunluğun getirdiği ilgisizlikle- izliyorlar yaptıklarınızı.
Bu bir başlangıçtır. Sonraki günlerde, gözünüzde ve gönlünüzde yücelttiğiniz birini -çeşitli insanüstü özellikler de katarak- çiziyorsunuz. Ya da bir doğa olayını -diyelim ki bir sel baskınını- resimliyorsunuz. Sonra, kadın- erkek ilişkilerini yerleştiriyorsunuz mağaranızın bir başka köşesine.
Henüz konuşmayı keşfedemediğiniz o günlerde, doğa seslerini taklit ederek jest ve mimiklerle kurgularınızı (masal ya da öykü) anlatmaya çalışıyorsunuz klandaşlarınıza. Anlattığınız, anlatmaya çalıştığınız şeye göre gülüyorlar, korkuyorlar ya da yürekleniyorlar kendilerince. Onları etkiliyorsunuz.
Bir başka gün, içi çürümüş bir ağaca sert bir cisimle vurarak ve sesinizle de ona eşlik ederek tarihin ilk şarkısını söylüyorsunuz onlara. Eğleniyor, eğlendiriyorsunuz. Klanın göz bebeği oluyorsunuz kısa zamanda; en saygın kişisi oluyorsunuz. Çünkü siz faklısınız diğerlerinden... Siz sanatçısınız.
Sanatçı olmak, ayrıcalığınızın yanı sıra size sorumluluk da yüklüyor. Diğerlerinden daha çok çaba harcamak, özveri göstermek zorundasınız ve öyle yapıyorsunuz. Gündüz onlarla birlikte ava katılırken, gece de onları eğlendirme görevini üstleniyorsunuz. Üstleniyorsunuz ama doğa seslerini yansılamak yetmiyor duygularınızı anlatmak için. Gerçi duygularınız da o günün koşullarıyla sınırlı; olanak(sızlık)larınızla kuşatılmış durumda ama yine de yetmiyor. Ortak bir dil, bir konuşma dili bulmanız gerekiyor; yazı dilini bulduğunuz gibi.
Buluyorsunuz. Buluyor ve paylaşıyorsunuz.
Bu çabanız, sizin gibi farklı olan birkaç kişiyi de harekete geçiriyor. Sizin bu sıra dışı üretkenliğinizden esinlenen beyinlerinde şimşekler çakmaya başlıyor. Ve siz “dil”i bulurken, sizden, sizin eserlerinizden esinlenen o birkaç arkadaşınız da boş durmuyorlar. Taşı sivrilterek ve ona bir sap ekleyerek daha sonra -ne yazık ki- silaha dönüşecek olan ilk üretim aracını yapıyorlar. Sonra bunu diğer buluşları izliyor.
Siz onlardan esinlenip yeni yapıtlar üretiyorsunuz; onlar da sizden esinlenip yeni buluşlar gerçekleştiriyorlar. Birbirinizin itici gücü oluyor, birlikte gelişip büyüyorsunuz. Bilginiz artıyor, bilinciniz yükseliyor.
Ve onlar yeni buluşlar yaptıkça, klanınızın yaşam düzeyi yükselip doğayla baş edecek duruma geldikçe sizin hayal gücünüz de büyüyor, genişliyor. Çünkü ne yaşıyorsanız, nasıl yaşıyorsanız onun bir adım ötesini düşünebiliyorsunuz... Çünkü ürettiğiniz sanatsal ürünler, toplumsal yaşamınızın izdüşümünden başka bir şey değildir. Bu nedenledir ki sizin ürettiğiniz şeyler, sizden binlerce yıl sonra yaşayacak insanlar için bugünkü yaşayışınızı yorumlamalarında birer belge özelliği taşıyacaklar.
Böylece deviriyorsunuz çağları... Yok olmadan, yitmeden. Başkaları, sıradan insanlar hep değişiyorlar. Farklılaşıyorlar. Ama siz hep varsınız. Hangi çağ olursa olsun, hep varsınız. Siz de değişiyorsunuz elbette, daha çok olgunlaşıyorsunuz gelişen toplumsal ilişkilerle birlikte. Daha çok olgunlaşıyor, daha çok büyüyorsunuz. Çevrenizdeki insan halkaları genişliyor durmaksızın. Daha çok tanıyanınız, daha çok etkileneniniz var artık...
Kimi yerde Homeros oluyor adınız, kimi yerde Dedem Korkut... Kimi yerde adsız kahramansınız. Kimi zaman Leonardo da Vinci oluyorsunuz, kimi zaman Yunus Emre, yüreğiniz sevgiyle dolup taşarak. Kimi zaman zulme başkaldıran Köroğlu, kimi zaman aşk peşinde koşan Karacaoğlan... Adınız değişse de kimi zaman, siz hep varsınız.
Ve toplumlar değişirken, yaşam biçimleri değişirken de siz varsınız. Çoğuna siz öncülük ediyorsunuz. Çağları böylece devirip günümüze, günümüzdeki gerçekliğe dek varıyorsunuz. O ilk günden bugüne gelişerek, evrimleşerek sanatınızla toplumların yolunu aydınlatarak ulaşıyorsunuz. Geçmişe ve geleceğe ışık tutuyorsunuz, sanatsal yapıtlarınızı birer tarihsel belgeye dönüştürerek. Tarihi her gün yeniden yazarak...
Tarih... İnsanlık tarihi... Ulusların tarihi... Hepsi sizin hünerli ellerinizden geçti.
Bir yandan o tarihin içinde yolculuk edip yaşamsal izdüşümleri yansıtırken, bir yandan da tarihi tarih yapan, dünle bugün arasındaki göbek bağını oluşturan ve yarını besleyen sanatı ve bilimi yeşerttiniz.
Siz farklısınız çünkü... Siz hayal kuransınız. Geçmişi yorumlayan, geleceği görensiniz. Farklısınız, çünkü yaşanan tüm çağların canlı tanığısınız. Toplumların yaşayış biçimlerini dünden bugüne aktaran, bugünden yarına ilişkin düşler kuran, bilime esin veren -ve ondan esinlenen- sıra dışı insanlarsınız. “Zaman” kavramının en sıkı ölçücülerisiniz, ürettiğiniz birbirinden farklı yapıtlarınızla. Zamanın kendisisiniz... Ürettikleriniz de zamanın izdüşümleri.
Farklısınız, siz farklısınız... Herhangi biri değilsiniz. Sözlü gelenekten yazılı edebiyata, o günden bugüne yaşattığınız toplumsal ruhla insanları bir arada tutan ortak değerleri oluşturansınız; siz toplumların tutkalısınız.
Siz farklısınız... Dünü bugüne tanıtıp sevdiren, bugünü yarına taşıyan motor güçsünüz. Siz sanatçısınız.
Siz bugünün izdüşümü, yarının yol gösterici fenerisiniz... Siz sanatçısınız.
Sanatçısınız, değerlisiniz. Değerlisiniz, insan sevgisiyle dolusunuz; onlara yapılan zulme, haksızlığa karşı duransınız; boyun eğmeyensiniz. Zayıftan yanasınız, güçlünün -eğer zorbaysa- karşısında dimdik duransınız. Duygusalsınız. Duyarlısınız. Haksızlığa uğrayanların derdini dert edinensiniz. Yanlışı eleştirensiniz, sivri dilinizle. Bu yüzden çok bedeller ödeyensiniz, ödeyeceksiniz. Sizi baş tacı edenler de olmuş kimi zaman ama toplumları yöneten tiranların çoğu bu yüzden hiç hoşlanmamışlar sizden. Hoşlanmadıkları için de olmadık cezaları reva görmüşler size; darağaçlarında sallandırmışlar kimi zaman, zindanlarda çürütmüşler...
Ama baş edememişler elbette sizinle. Bir ölmüş bin doğmuşsunuz eserlerinizle... Onlar tarihin tozlu sayfalarında yok olup gitmişler ama siz hep yaşamışsınız, çağdan çağa efsanelerde büyüyerek.
Siz farklısınız... Siz, toplumsal değerlerin, kültürün, bilincin harç koyucuları, tuğla örücülerisiniz. Toplumların ustasısınız; önderi, sevgilisi, kahramanısınız.
Siz farklısınız; çünkü sanatçısınız...
Siz zamansınız... Eserleriniz de zamanın izdüşümleri...
Düşünün... Hayal kurun. Yazın, çizin, söyleyin, oynayın, oynatın. Yaşatın bizi kendinizle birlikte, çağlar ötesine taşıyın. Üretin, ürettiklerinizle doldurun size, bilgi ve bilince aç beyinlerimizi, doyurun.
Taşıyın bizi de kendinizle birlikte zaman ötesine... Hayal dünyamızı genişletin. Dik durmayı, onurlu yaşamayı, sevmeyi, ille de sevmeyi öğretin. Siz farklısınız çünkü, siz sanatçısınız. Öncüsüsünüz zamanımızın ve tüm zamanların...
Sizi hayal kurmaya çağırıyorum...
Erdal ÇAKICIOĞLU